İlginç bir imgelem çalışması yaptık. Teknik çok kolaydı. Karşılaştığım imgeler her zamanki gibi sürprizdi. Bu sürprizler beni her seferinde daha çok şaşırtıyor.
Düz bir zemine uzanıyorsunuz. Sizi hiç bir şey rahatsız etmeyecek, ne bir çıtırtı nede ısı.
Derin nefese geçiyorsunuz. Burundan alıyorsunuz ve burundan veriyorsunuz. Ağır ağır, hiç zorlamadan sakin sakin.
Önce renkler meditasyonu yapıyorsunuz. Her renk geçişi 20 saniye kadar tutuyorsunuz. Bilmeyenlere açıklamak lazım tabii: yirmi saniye kadar kırmızı bir şey hayal ediyorsunuz, sonra turuncu bir şey, sonra sarı, yeşil, mavi, mor. Yirmi saniyeyi nasıl tutacam diyorsanız meditasyondan önce 20 saniye kadar saate boş boş bakın ve bekleyin. Beyin bu süreyi kaydedecektir. Her renk için ayrı bir şey imgeleyin. Beyninize gelen diğer düşünceleri her seferinde nazikçe dışarı akıtın, bırakın gitsin ve meditasyona kaldığınız renge geri dönün. Derin nefesi asla bırakmayın.
Mor renkli şeyden çıkınca bir merdiven başına geldiğinizi imgeleyin. Bu merdivende 20 basamaklı. Her basamakta bir süre derin nefes alarak merdivenden aşağıya yavaş yavaş inin. Son basamaktan sonra bir kapı var. Kapıyı imgeleyin. Derin nefesler alarak kapıyı açın. İçeri yavaşça girin. Ne görüyorsunuz?
Bu meditasyonda renkler ve merdiven inme süresi boyunca beyin alfa düzeyine geçiyor. Alfa düzeyinde düşünme yoktur. Beyin tamamen sakindir. Tamamen iç gözleme dönmüştür. Bazı durumlarda yüksek düzeyde öğrenmeye döner. Depolanmış ama farkında olmadığımız bilgilere ulaşmayı sağlayabilir.
Peki ben neler gördüm?
Öncelikle kapım fazla korunaklıydı. Siyah, demirden sürgülü ve antik kilitlerle kilit altına alınmıştı. Önce kilitleri açtım. İçerisi karanlıktı. Pencere bulmak zorunda kaldım. Burası depo olarak kullandığım bir yer gibiydi. Her tarafta eski ağır deri sandıklar vardı. Deri kayışlarla kemerlenmişlerdi. Merak ettim birini açtım. Sandıktan onlarca ışık formunda nesne fırladı ve etrafımda dönmeye başladı. Kimi yüzyıllar önceden kalma antik atlı arabalar, kimi eşyalar, kimi hareket halindeki insanlar, onlarca şey.
İkinci bir sandık daha açtım. Bu sefer garip bir nesne çıktı. Eski kich biblolara benzeyen bir çeşme. Çeşmeyi açarsam su akar telaşıyla bir kap buldum. Çeşmenin altına koyup çeşmeyi açtım. Çeşmeden su formunda nesneler aktılar ve onlarda havada yüzmeye başladılar. Bunlar belirli formlarda ama garip nesnelerdi. Ne olduklarını anlayamadım.
Onlarca sandıktan yerde duran bir tanesini daha açtım. İçinden, upuzun saçları olan, genç, üzerinde uzun siyah elbise olan bir kadın fırladı. Elleri etekleri kimi zaman akışkan bir forma dönüşüyor ve akarak kayarak hareket ediyordu. Öfkeyle bana döndü:
-Allah kahretsin, bunca senedir ne diye tutuyorsun beni burada?
Ben afallamış bir şekilde:
-Burda olduğunu bilmiyordum bile, diye cevap verdim.
Bana öfkeli ama dikkatli bakıyordu:
-Neyse sonuçta buradayım artık. Bunu kutlamak gerek. Bir dileğini söyle.
Fütursuzca hareket ediyor, sandıkların ve eşyaların arasından kayıyor, kah eşyalara dokunuyor kah saçlarını düzeltiyordu. Beni pek önemser gibi bir hali yoktu.
Bir süre onu seyrettikten sonra:
-Huzur diliyorum, huzura ihtiyacım var dedim.
Hızla daha önce dikkat etmediğim bir tezgaha kaydı. Tezgahın üzerindekileri koluyla fırlattı. Arka raftan bir ocak çıkardı. Çok eski olduğu belli olan bir tencereyi üzerine koydu. Raflardan hızla istediklerini buluyor ve tencereye farklı miktarlarda ekliyordu. Her şeyin yerini biliyordu ve çok hızlı hareket ediyordu. O anda anladım ki burası onun yeri.
Kaynayan tencereden çizgi filmlerdeki gibi dumanlar taşmaya başladı. Cam bir bardağı tencereye daldırdı. Bulanık çamurumsu bir şeyler beklerken, berrak ve saydam ışıl ışıl bir sıvı çıktı. "İç" dedi. Aldım içtim. Uyumuşum
Derin bir uyku çekmişim. Gayet dinlenmiş ve huzurlu uyandım.
Senelerce sakladığım içimdeki kadındı o. Artık tanışma zamanı gelmişti.

0 yorum:
Yorum Gönder