Balkabağını keşfetmem tamamen bir tesadüf. Balkabağı tatlısını çok zor sevmiştim. Bana mama gibi gelirdi. Zamanla gelenekler nasıl insanın iliğine kemiğine işlerse, balkabağı ve siyah çay gibi gerekli gereksiz pek çok şeye alıştım. Eskiden sırf alışkanlıktan tükettiğim bir şeylere birileri çıkıp, "aaa çok zararlı!" dediğinde, savunmaya geçer, alışkanlığımdan vazgeçmek yerine daha bir sarılırdım. Zamanla damak tadı kurbanı olmayı bıraktığım için pek çok şekerli tatlı gibi balkabağınıda unuttum gitti.
İnternette vakit geçirdiğim bir gün tamamen tesadüf eseri balkabağının çok ciddi bir toksin attırıcı olduğunu öğrendim.
Hemen yirmişer kiloluk iki koca balkabağını kaptığım gibi eve getirdim. Her sebze ve meyveye yaptığım eziyeti balkabağınada yapmak niyetindeydim; sıkıp suyunu çıkarıp içmek!
Kesmesi ve parçalaması yaklaşık olarak bir saatimi aldı:) Kabağı alırken bu nasıl parçalanacak diye hiç düşünmemiştim.
Katı meyve sıkacağından sıktığımda diğer meyveler gibi aromatik bir tat beklerken, hem aromatik hemde şekerli bir tatla karşılaştım. O zaman neden balkabağı dendiğini anladım:) Tadını tatlıya olan düşkünlüğüm yüzünden ve yıllardır doğru dürüst tatlı yiyemediğim için inanılmaz sevdim.
Detoks bitimden sonra şimdi şöyle yaşıyorum:
sabah beşbuçukta kalkıp midem için çiğ patates suyunu içiyorum. Yarım saat sonra haşlama sebze ağırlıklı kahvaltı yapıp işe gidiyorum. Çok acıkmadıkça iş yerinde yemiyorum. Acıkırsam kuruyemiş veya meyve yiyorum. Bol su içiyorum. Bitki çaylarını kestim. Böbreklerim dinlensin. Akşam eve gelince koca bir bardak balkabağı suyu içiyorum. İki saat sonra hafif sebze haşlamalı az bulgurlu bir akşam yemeği yiyorum.
Bu arada, çekilmiş, çörekotu, tarçın, zerdeçal ve zencefili yemeyi gün içerisinde unutmuyorum. Daha önceki yazımda bu meseleyi anlatmıştım.
Grip salgını yüzünden sabah kahvaltıdan sonra 1000lik c vitamini alıyorum. iş yerinde sabah bir tane sade türk kahvesi, sonrasında bir soda içiyorum.
Detokstan sonra böyle yaşamak bana cennette yaşamak gibi geliyor.
Grip salgını deyince, sınıfın her yerine kuru soğan yerleştirdik. Sıraların altına, pencere kenarlarına, dolapların üzerine, içine... Kuru soğan kesilmediği müddetçe yaşayan bir kök. Solunum yaptığı için içerideki havayı kullanıyor. Havayı dezenfekte eden bir gaz salgılıyor. Sürekli kullandığı hava esnasında, içine çektiği havadaki bakteri ve virüsleri etkisiz hale getiriyor.
Teneffüste öğrenciler evden getirilmiş dilimlenmiş ve tuzlanmış soğanı ekmekleriyle yiyorlar. Bu sayede altı saat ağız, mide ve nefes dezenfekte edilmiş oluyor.
Benim sınıfımdaki hastalıklar diğer sınıflara göre her zaman yarı yarıyadır.
Koku meselesi mi:) Salgın geçene kadar kokuya takacak lüksümüz mü var! Varsın koksun efenim, varsın koksun.
Efenim eskiler ne demiş: Bol soğanlı ve sıhhatli günler.
İnternette vakit geçirdiğim bir gün tamamen tesadüf eseri balkabağının çok ciddi bir toksin attırıcı olduğunu öğrendim.
Hemen yirmişer kiloluk iki koca balkabağını kaptığım gibi eve getirdim. Her sebze ve meyveye yaptığım eziyeti balkabağınada yapmak niyetindeydim; sıkıp suyunu çıkarıp içmek!
Kesmesi ve parçalaması yaklaşık olarak bir saatimi aldı:) Kabağı alırken bu nasıl parçalanacak diye hiç düşünmemiştim.
Katı meyve sıkacağından sıktığımda diğer meyveler gibi aromatik bir tat beklerken, hem aromatik hemde şekerli bir tatla karşılaştım. O zaman neden balkabağı dendiğini anladım:) Tadını tatlıya olan düşkünlüğüm yüzünden ve yıllardır doğru dürüst tatlı yiyemediğim için inanılmaz sevdim.
Detoks bitimden sonra şimdi şöyle yaşıyorum:
sabah beşbuçukta kalkıp midem için çiğ patates suyunu içiyorum. Yarım saat sonra haşlama sebze ağırlıklı kahvaltı yapıp işe gidiyorum. Çok acıkmadıkça iş yerinde yemiyorum. Acıkırsam kuruyemiş veya meyve yiyorum. Bol su içiyorum. Bitki çaylarını kestim. Böbreklerim dinlensin. Akşam eve gelince koca bir bardak balkabağı suyu içiyorum. İki saat sonra hafif sebze haşlamalı az bulgurlu bir akşam yemeği yiyorum.
Bu arada, çekilmiş, çörekotu, tarçın, zerdeçal ve zencefili yemeyi gün içerisinde unutmuyorum. Daha önceki yazımda bu meseleyi anlatmıştım.
Grip salgını yüzünden sabah kahvaltıdan sonra 1000lik c vitamini alıyorum. iş yerinde sabah bir tane sade türk kahvesi, sonrasında bir soda içiyorum.
Detokstan sonra böyle yaşamak bana cennette yaşamak gibi geliyor.
Grip salgını deyince, sınıfın her yerine kuru soğan yerleştirdik. Sıraların altına, pencere kenarlarına, dolapların üzerine, içine... Kuru soğan kesilmediği müddetçe yaşayan bir kök. Solunum yaptığı için içerideki havayı kullanıyor. Havayı dezenfekte eden bir gaz salgılıyor. Sürekli kullandığı hava esnasında, içine çektiği havadaki bakteri ve virüsleri etkisiz hale getiriyor.
Teneffüste öğrenciler evden getirilmiş dilimlenmiş ve tuzlanmış soğanı ekmekleriyle yiyorlar. Bu sayede altı saat ağız, mide ve nefes dezenfekte edilmiş oluyor.
Benim sınıfımdaki hastalıklar diğer sınıflara göre her zaman yarı yarıyadır.
Koku meselesi mi:) Salgın geçene kadar kokuya takacak lüksümüz mü var! Varsın koksun efenim, varsın koksun.
Efenim eskiler ne demiş: Bol soğanlı ve sıhhatli günler.
0 yorum:
Yorum Gönder