Yaşam, harala gürele yaşadığım, en kolayından harcadığım bir hediye.
Dondurulmuş zamanda yaşama imgemi geştalt liderimle çalıştım. İlk hissettiğim duygu ona fazlasıyla sinirlenmek oldu. O kim oluyordu da beni dondurucumdan çıkarmaya çalışıyordu! Hiyeeeyt! Herkes haddini bilsin icabında... duruşumu kırmak zor oldu:) Bir diklendim, bir küstüm ki sormayın gitsin. Yıllaca oluşturduğum ve güvenli farzettiğim bir limandan beni çekip çıkarmaya çalışan kendim değilmişim gibi öfkemi yansıttım adamcağıza. Tabii bir profesyonel olarak çabuk aştırdı bana yolları. Hiç acıtmadı:)
Dondurulmak, dondurmak kısacası yaşamamaya çalışmak gibi görünmek kandırmacasına iyice inanmış olan beynim, aslında yaşama ne kadar sık döndüğünü anlamadı önce. Mesela, heyecan anlarını atlıyordu. En son kendime harika bir grafik tablet aldığımda yaptığım resimleri es geçmişti. Dondurulduğu için hayata karşı tatminsizliği ve üzüntüsü gerçek meşgalesiydi.
Dondurulmuş zamanda yaşama imgem çocukluğuma dayanıyor. Hiç bir şeye kendim karar veremezdim, yasaktı. Her yaptığım sorunlu ve güzel değildi. Sonuçta ben kendimi dondurucuya almışım. Şartlar daha iyi olursa, çıkarım birgün umuduyla. Çocukluk halinde çok rahat ediyorum. Birden bire uslu ve söz dinleyen çocuk oluveriyorum.
Bir saatlik egzersizden sonra hâlâ sinirli olmak kaydıyla dondurulmuşluğuma sahip çıkarak, yaşama dönme zorunluluğumumun bilinciyle seansı terk ettim. Öyle kolay ikna olmuyorsunuz:) Birden bire değiştiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Değişim adım adım ve yavaş yavaş gelir. Bu sayede gerçek değişim yaşanır. Diğerleri fasofisodur, yanılsamadır.
Yaşam ilerledikçe, yaş bayırı çıktıkça bu öğreti değil işime yaramak bana köstek oluyor. Ruhen büyümek zorunda kalıyorum. Gerçekten yaşama temas etmek zorunda kalıyorum. Sorumluluk almak zorunda kalıyorum ve daha bir sürü şey...
Bir üst düzey farkındalığa geçtiğim için, bu günlerim sıkıntılı geçiyor. Örneğin, ne zaman dondurucudayım ne zaman değilim, e taktım kafayı. İçimde şiddetli eski çürümüşlüğüme karşı koyma isteği, yılların alışkanlık dalga kıranına çarpıyor. Fırtınalı ruhum esip kavuruyor. Çöl kumları beynimi iğneliyor.
Hafif bir varoluşsal neşeye doğru kayıyor oluşum, kaybolduğum okyanustaki tek deniz fenerim. "Doğru yoldasın, gel bana doğru." diyor. Yaşama çağırıyor beni. Barlarda sarhoş olup, bulduğu ilk güzel kadının kollarında eriyen ve bunu kendini hiç sorgulamadan ve cezalandırmadan yapan gemiciler misali, yaşama fırlatmak istiyorum kendimi.
Olmuyor tabii:) Bozar bizi bunlar:)
Eskiden pek bir keyifli izlediğim cnbce dizilerini aynı keyifle izleyemiyorum. Bak şu karakterin şu duruşuna niye ben sahip çıkmadım, niye şunu ben yapmıyorum, niye şöyle söyleyemiyorum diye kendime sinirleniyorum. Hüzüneniyorum, kendimden mahrum bıraktıklarımı farkettikçe. "Ne oldu bu dizi seni hüzünlendirdi mi, oysa çok komik." diyen eşime anlatamıyorum ki, "bak o komik kadın var ya, işte bende öyle olabilirdim. Ama ben zamanında tüm seçimlerimi dondurulmaktan yana seçtiğim için potansiyelim güdük kaldı." Nasıl anlasın adamcağız. Herkes kendi kuyusunu bilir. Zaten onu üzmeyede gerek var mı!
Böylesi zamanlarda liderimin sözü geliyor aklıma:" Kendine eziyet etme, o zamanlarda yaptığın seçimler, o zamanlar için sağlıklı seçimlerdi. Şimdi onları modernize etme zamanı."
En azından biriktirmek yerine kullanmaya başladığımı fark ettim. Hayatımda ki her şey kullanılmaktan eskisin istiyorum. Eşyalar, dostlar, ilişkiler...
Recent Posts
30 Kasım 2009 Pazartesi
18 Kasım 2009 Çarşamba
Ne Zaman?
Gönderen
deruni
İyileşememek gibi bir derdim var. Bu kadar çabaladıktan sonra neden iyileşemiyorum? Hayal kırıklığı akabinde isyanı getiriyor. Derdime her türlü çareyi araştırdım buldum. Herkeslerde işe yaradı. Neden bende işe yaramıyor?
Çok geç anladım bazı şeyleri. Fizyolojimi ruhumdan ayrı bir şey sandım. Ruhumun hastalıklarını bedenimin çektiğini ayırt etmem, hastalıklarımla ciddi ciddi uğraşmaya başlayıp, her yolu deneyip, iyileşemeyince isyan ettiğim döneme denk geldi.
Her sabah içtiğim çiğ patates suyundan iyileşemeyen midem sancıdıkça öncelerini ne olduğunu anlamadım. Sonra fark ettim ki gece rüyalarımda huzursuz ve kaygılı olduğum için midemi kasıyormuşum. Rüyaları çalışınca biraz rahatladım.
Bağırsaklarım iyileşmemek için hangi ruhsal kısgacımın pençesinde acaba?
Bağırsaklarımı konuşturmak için gayet basit bir teknik uyguladım. Kendi bağırsaklarım oldum. Aldım karşıma kendimi. Başladım anlatmaya: "İşlemek istemiyorum. Çok kaygılıyım. Korkacak o kadar çok şeyim varki. Zamanı dondurdum. Zaman geçmesin. Ben işlemezsem zaman geçmez. Biriktirmem lazım. Yoksulum ben. Biriktirdiklerim bana lazım."
Bağırsaklarımın söyledikleri karşısında şok oldum. İki ana yasası vardı: 1. İşlemeyerek zamanı dondurduğuna inanıyordu. 2. Biriktirerek yoksuluğa çare bulduğuna inanıyordu.
Varoluşun en zorlu sınavıdır, ölüm ve ölümün tezahürleri. Kaygılı bir çocukluk geçirdiğim için yaşantılarım yaşamamayı öğretmiş bana. Bağırsaklarımda da bu çıktı. Yaşamazsa ölmez. Biriktirip bide üzerine kabız olur.
Nasıl ağladım, nasıl... Onlarca yıldır çektiğim hastalıkları anlattım bağırsağıma. Nasıl huzursuz yaşadığımı...
Bağırsağım kendi kavanozundan çıktı. Gerçek beni gördü, beyaz saçlarımı ve yüzümdeki çizgileri... İnanamadı önce, zamanı donduramamıştı. Biriktirmeye çalıştıkları ile çürümüştük. Kendini kandırılmış hissetti. Utandı halinden. Anayasalarını değiştirdi. İşlemezse gerçek bir ölümün geleceğini anladı.
Bakalım ne olacak?...
Sırada tiroidim ve diğer organlarım var:) Bu tekniği uygulamak o kadar kolay değil tabii. Bağırsaklarım öyle hemen bülbül gibi ötmedi. Bir süre hiç sesi çıkmadı. Uzayda gibi hareket ediyordu. Yavaş yavaş konuşuyordu. Hele onu ikna etmek ayrı bir çaba...
Bedeni yöneten beyin, hiç bir şeyi şansa bırakmak istemiyor besbelli. Herşeyi bir şekilde kayıt altına alıyor.
6 Kasım 2009 Cuma
BALKABAGINI KESFETTIM
Gönderen
deruni
Balkabağını keşfetmem tamamen bir tesadüf. Balkabağı tatlısını çok zor sevmiştim. Bana mama gibi gelirdi. Zamanla gelenekler nasıl insanın iliğine kemiğine işlerse, balkabağı ve siyah çay gibi gerekli gereksiz pek çok şeye alıştım. Eskiden sırf alışkanlıktan tükettiğim bir şeylere birileri çıkıp, "aaa çok zararlı!" dediğinde, savunmaya geçer, alışkanlığımdan vazgeçmek yerine daha bir sarılırdım. Zamanla damak tadı kurbanı olmayı bıraktığım için pek çok şekerli tatlı gibi balkabağınıda unuttum gitti.
İnternette vakit geçirdiğim bir gün tamamen tesadüf eseri balkabağının çok ciddi bir toksin attırıcı olduğunu öğrendim.
Hemen yirmişer kiloluk iki koca balkabağını kaptığım gibi eve getirdim. Her sebze ve meyveye yaptığım eziyeti balkabağınada yapmak niyetindeydim; sıkıp suyunu çıkarıp içmek!
Kesmesi ve parçalaması yaklaşık olarak bir saatimi aldı:) Kabağı alırken bu nasıl parçalanacak diye hiç düşünmemiştim.
Katı meyve sıkacağından sıktığımda diğer meyveler gibi aromatik bir tat beklerken, hem aromatik hemde şekerli bir tatla karşılaştım. O zaman neden balkabağı dendiğini anladım:) Tadını tatlıya olan düşkünlüğüm yüzünden ve yıllardır doğru dürüst tatlı yiyemediğim için inanılmaz sevdim.
Detoks bitimden sonra şimdi şöyle yaşıyorum:
sabah beşbuçukta kalkıp midem için çiğ patates suyunu içiyorum. Yarım saat sonra haşlama sebze ağırlıklı kahvaltı yapıp işe gidiyorum. Çok acıkmadıkça iş yerinde yemiyorum. Acıkırsam kuruyemiş veya meyve yiyorum. Bol su içiyorum. Bitki çaylarını kestim. Böbreklerim dinlensin. Akşam eve gelince koca bir bardak balkabağı suyu içiyorum. İki saat sonra hafif sebze haşlamalı az bulgurlu bir akşam yemeği yiyorum.
Bu arada, çekilmiş, çörekotu, tarçın, zerdeçal ve zencefili yemeyi gün içerisinde unutmuyorum. Daha önceki yazımda bu meseleyi anlatmıştım.
Grip salgını yüzünden sabah kahvaltıdan sonra 1000lik c vitamini alıyorum. iş yerinde sabah bir tane sade türk kahvesi, sonrasında bir soda içiyorum.
Detokstan sonra böyle yaşamak bana cennette yaşamak gibi geliyor.
Grip salgını deyince, sınıfın her yerine kuru soğan yerleştirdik. Sıraların altına, pencere kenarlarına, dolapların üzerine, içine... Kuru soğan kesilmediği müddetçe yaşayan bir kök. Solunum yaptığı için içerideki havayı kullanıyor. Havayı dezenfekte eden bir gaz salgılıyor. Sürekli kullandığı hava esnasında, içine çektiği havadaki bakteri ve virüsleri etkisiz hale getiriyor.
Teneffüste öğrenciler evden getirilmiş dilimlenmiş ve tuzlanmış soğanı ekmekleriyle yiyorlar. Bu sayede altı saat ağız, mide ve nefes dezenfekte edilmiş oluyor.
Benim sınıfımdaki hastalıklar diğer sınıflara göre her zaman yarı yarıyadır.
Koku meselesi mi:) Salgın geçene kadar kokuya takacak lüksümüz mü var! Varsın koksun efenim, varsın koksun.
Efenim eskiler ne demiş: Bol soğanlı ve sıhhatli günler.
İnternette vakit geçirdiğim bir gün tamamen tesadüf eseri balkabağının çok ciddi bir toksin attırıcı olduğunu öğrendim.
Hemen yirmişer kiloluk iki koca balkabağını kaptığım gibi eve getirdim. Her sebze ve meyveye yaptığım eziyeti balkabağınada yapmak niyetindeydim; sıkıp suyunu çıkarıp içmek!
Kesmesi ve parçalaması yaklaşık olarak bir saatimi aldı:) Kabağı alırken bu nasıl parçalanacak diye hiç düşünmemiştim.
Katı meyve sıkacağından sıktığımda diğer meyveler gibi aromatik bir tat beklerken, hem aromatik hemde şekerli bir tatla karşılaştım. O zaman neden balkabağı dendiğini anladım:) Tadını tatlıya olan düşkünlüğüm yüzünden ve yıllardır doğru dürüst tatlı yiyemediğim için inanılmaz sevdim.
Detoks bitimden sonra şimdi şöyle yaşıyorum:
sabah beşbuçukta kalkıp midem için çiğ patates suyunu içiyorum. Yarım saat sonra haşlama sebze ağırlıklı kahvaltı yapıp işe gidiyorum. Çok acıkmadıkça iş yerinde yemiyorum. Acıkırsam kuruyemiş veya meyve yiyorum. Bol su içiyorum. Bitki çaylarını kestim. Böbreklerim dinlensin. Akşam eve gelince koca bir bardak balkabağı suyu içiyorum. İki saat sonra hafif sebze haşlamalı az bulgurlu bir akşam yemeği yiyorum.
Bu arada, çekilmiş, çörekotu, tarçın, zerdeçal ve zencefili yemeyi gün içerisinde unutmuyorum. Daha önceki yazımda bu meseleyi anlatmıştım.
Grip salgını yüzünden sabah kahvaltıdan sonra 1000lik c vitamini alıyorum. iş yerinde sabah bir tane sade türk kahvesi, sonrasında bir soda içiyorum.
Detokstan sonra böyle yaşamak bana cennette yaşamak gibi geliyor.
Grip salgını deyince, sınıfın her yerine kuru soğan yerleştirdik. Sıraların altına, pencere kenarlarına, dolapların üzerine, içine... Kuru soğan kesilmediği müddetçe yaşayan bir kök. Solunum yaptığı için içerideki havayı kullanıyor. Havayı dezenfekte eden bir gaz salgılıyor. Sürekli kullandığı hava esnasında, içine çektiği havadaki bakteri ve virüsleri etkisiz hale getiriyor.
Teneffüste öğrenciler evden getirilmiş dilimlenmiş ve tuzlanmış soğanı ekmekleriyle yiyorlar. Bu sayede altı saat ağız, mide ve nefes dezenfekte edilmiş oluyor.
Benim sınıfımdaki hastalıklar diğer sınıflara göre her zaman yarı yarıyadır.
Koku meselesi mi:) Salgın geçene kadar kokuya takacak lüksümüz mü var! Varsın koksun efenim, varsın koksun.
Efenim eskiler ne demiş: Bol soğanlı ve sıhhatli günler.
4 Kasım 2009 Çarşamba
Ruhsal Aydınlanma
Gönderen
deruni
"FONKSİYONEL FARKINDALIK
Tam bir insan olmak demek, dış dünyanın tam anlamıyla farkında olmak aynı zamanda da seksüel arzuları ile birlikte hayvani doğamızın da, acıları ve hazlarıyla düşünce ve duygu boyutlarımızın, sevgi, barış vb nitelikleriyle Özümüzün, Kolektif Benimizin, Ben Ötemizin farkında olmak, ve fonksiyonlarının tezahürüne izin vermektir.
Bu kişiyi çok boyutlu farkındalığa götürür, ancak böylece KİM OLDUĞUNUZU keşfedebilirsiniz. Kuantum fizik bize her şeyin aynı maddeden yapıldığını gösterdi. Bu bilgiyle baktığımız zaman hiçbir şeye kötü, kurtulunması gereken ve bizi gerçek doğamızdan uzaklaştıran şeyler olarak bakamayız. Bu nedenle insan olmanın tüm boyutlarını kabullenmeli, doğasına uygun şekilde fonksiyonlarına izin vermeliyiz. Tüm boyutların fonksiyonlarını anlayarak işlemelerine direnç göstermeden izin vermek FONKSİYONEL FARKINDALIK’a geçiştir.
Fonksiyonel farkındalık, farkındalığımız ortadan kalkıncaya kadar onu tek bir boyuta, tüm boyutlara birden, ya da tamamen boyutsuz kalarak, boşluğun içinde bırakmaya teslim olacak kadar farkındalığa doymuş olmayı gerektirir. Yani farkındalığımızı bir boyuta yöneltmek, ya da birkaç boyuta birden aynı anda yöneltmek değil, boşlukta farkındalığı kaybedebilmektir.
Bütün bunlardan yola çıkarak, tam bir insan olabilmek için öncelikle doğamızı olduğu gibi tüm boyutları ile kabullenmeliyiz. Sonra dikkatimizi tek bir boyuta odaklamak yerine hepsine kendini ifade edebilmesi için izin vermeliyiz. Birinin diğerinden üstün olmadığını, hepsinin aynı, tek maddeden olduğu bilincini taşıyarak yargılamadan, değiştirmeye kalkmadan."
Yazıyı okuduktan sonra ne çok yolum olduğunu düşünüp ne kadar üzüldüğümü tahmin edin. Diğer taraftan haklı çıkmanın ve doğru yolda olduğumu bilmenin sevincinide hissetmedim değil hani:)Geştalt psikoloji kuramı da aynı ilkeye sahip çıkar, farkındalık evreninde yüzmek ve önce kendi evrenine temas etmek... Fakat ne güzel yazmışlar, ellerine sağlık.
3 Kasım 2009 Salı
Detoks Finali, Zeytinyağı Limon Mağlubiyeti
Gönderen
deruni
Detoksu yapmak bir noktadan sonra kolaydır. İlk beş günden sonra açlığa alışır insan. Vücudunuz hastalık sancılarını bırakmış mideden gelen, beni doyur sancısına odaklanmıştır. Bir süre sonra bilinç farkederki mideye kulak asılmazsa bu vücut pek bir rahat ediyor. Hafifliyor hastalıklardan arınıyor. Bu yüzden açlık şarkısı pek bir tatlı gelmeye başlar insana. Mide bakarki yüz veren yok ona, altıncı günden itibaren sesini keser ve bir bardak sebze suyuna kanaat getirmesi gerektiğini anlar. Bu saatten sonra açlığın hükümranlığı biter, kırılan açlık direnci yerine vücut depolarını yakmaya başlar. Depoda ne kadar toksik madde varsa ki bunlar vücutta tuttulduğundan daimi zarar mahallesindedir, meydana salınır. Vücut bunları atmaya başlarken yerine yeni gelen sağlıklı besinlerden ürettiği yapı taşlarını yerleştirir. Bu yüzden detoksta tüketen türden bir açlıkla karşılaşılmaz. Bir süre sonra farkedilirki, kronik rahatsızlıklar hafiflemiş.
İşte ben tam bu mutlu noktadayken sekizinci gün gecesi zeytinyağı ve limonumu aç karnına içtim, nefes egzersizimi yaptım ve yattım. Gece dehşetengiz bir bulantı ile uyanıp, sabaha kadar süründüm. Sabah zor bela lavmanı yaptım ve bağırsak plakalarını döktüm amma velakin midemdekileride boşaltmak zorunda kaldım. O saat anladım ki mide problemim sandığımdan daha ciddi. Normalde zeytin yağı mideyi koruduğu için zeytinyağlı limon karışımını kolayca içip yatıyorsunuz. Mide normalse kolayca hazmediyor. Eğer normal değilse hazmedemiyor, bulanıyor ve ağrıyor. "Ben bunu hazmedemiyorum, atmam lazım!" diye bağırıp duruyor. Anlayacağınız bu sabah korkunç geçti.
Öğlene doğru kendime geldiğimde genede vücuduma verdiğim hediye hafifce kendini göstermeye başladı. Daha zinde ve hafifim. En azından mutluyum.
Şimdi önümüzdeki iki gün gene sebze suyu içeceğim. Haşlama sebze ve kabuklu bulgur yiyeceğim. Ondan sonraki günler haşlama sebze, kuruyemiş, probiyotik yoğurt ve meyve ile yaşayacağım. Bu ay sonunda sağlığım için epey yatırım yapmış olacağım.
Bir de balkabağı hikayem var ki onuda sonra anlatacağım:)
Çok yoğun Orijinal Yoga Sistemi uygulayacağım. Çünkü bağışıklık sistemini güçlü tutmak lazım. Orijinal Yoga Sistemi için merkezler:
https://www.yogaacademy.com.tr/
Çok yoğun Orijinal Yoga Sistemi uygulayacağım. Çünkü bağışıklık sistemini güçlü tutmak lazım. Orijinal Yoga Sistemi için merkezler:
https://www.yogaacademy.com.tr/
2 Kasım 2009 Pazartesi
Detokstan son haberler...
Gönderen
deruni
Detoksumun en can alıcı günündeyim. Bugün zeyinyağı ile limonu içip yatacağım. Her detoksta en zorlandığım kısımdır bu. Midemin hassasiyetinden pek kaldıramıyorum. Zencefil yemek zorunda kalıyorum. Olmadı bulantı hapı alıyorum ki sormayın gitsin, zor iş. Ama sabahki lavmana kalkınca değiyor doğrusu. Vucuttan bir sürü cüruf atılıyor. Her detoksta ayrı bir şeyler atıyorsunuz. Hiç birinde diğeri ile aynı şeyler atılmıyor. Birinde garip plakalar, diğerinde taşlar vs vs...
Bugün hiç üşümemek ve vücudu sıcak tutmak gerekiyordu ammaaa nerde bende o şans! Senelerdir ilk defa kasım başında kar yağdı. Okul buz gibiydi, öğrencilerim ve ben donduk. Eve varana kadar üşütmek ayrı bir dava...
Detoks sırasında tüm allejilerim azalır. Allerjik astım düzeyi henüz değişmedi. Yıllardır ısrarla beklediğim asıl budur. Bir gün astımım nasıl geliverdiyse öyle gidecek. O gidene kadar ben mücadelemi sürdüreceğim.
Çiğ patates suyu harika. Midemi ve bağırsaklarımı son derece rahatlattı.
Bu arada kocaman bir bal kabağı aldım. Katı meyve sıkacağından suyunu içip sıkacağım. Gayet etkili bir toksin temizleyiciymiş. Dayanamayıp haftaya tatlısınıda yapabilirim. Ufukta öyle görünüyor:)
BURALARDA BIR YERDEDIR ARAYIP BULACAKSIN ARTIK:
0 düşünce
acıçehre tohumu
açlığa dayanmak
ağıt
ahimsa
akıl gözü
Akif Manaf
alerji
alfa düzeyi
allerji
aloveralı iksir
an
anti-tpo
arınmak
artrit
asana
astım
bağırsak florası
bağırsak hastalıkları
bağırsak işlev bozuklukları
bağırsak mantarı
bağırsak mikrobiyotası
bağırsak plakaları
bağırsak tembelliği kabızlık
bal kabağı
balkabağı
başarı
bedendeki enerji sistemleri
ben olma hali
beyin hastalıkları
beyni susturmak
bilinç
bilinçli rüya
bir doktorun ruhsal dünyadan mesajları
bitkisel lavman
biyoenerji
biyoenerji kanalları
boğaz enfeksiyonu
boşluk
cala neti
candida
cezalandırılmak
chakra
coconat oil
çaklar
çakra
çakra sistemlerini düzenleyerek iyileşmek
çakralar
çakraları açarak iyileşmek
çakraları düzenleyerek iyileşmek
çayağacı yağı
çiğ patates suyu
çocuk eğitimi
çocuk terbiyesi
çölyak
deneyimler
detoks
detoks sonrası beslenme
detox
devrim
duygusal bloklar
düşüncesizlik
ego
enerjetik
epilepsi
epilepsi hastalığına ne iyi gelir
epilepsi nedir
epilepsi ve yoga
epilepsiden kurtuldu
epilepsiye kesin çözüm
fani dunya
faranjit
farkındalık
fermantasyon
fermente besinler
fermente ürünler
fonksiyonel farkındalık
geçirgen bağırsak
geçmiş yaşantılarla gelen blokajlar
genital herpes
genital mantar
gercekten yasamak
gerçek probiyotik beslenme
gerçek temas
gestalt
gestalt icimdeki cocuk
gestalt ve içimdeki çocuk
geştalt
geştalt psikolojisi
gluten
glutensiz
glüten
glütensiz beslenme
gokcekiksir
gökçek iksir
gökçekiksir
Gönül gözü
grip salgını
grip salgını ve soğan
hafıza
hastalık ve çakralar
hastalık ve detoks
haşimato tiroidi
haşimoto
hindistan cevizi yağı
HPV
huzur
ibrahim gökçek
ibs
İBS
idealize edilmiş kimlik kitap okumak
ikinci beynimiz
ikinci çakra
imajinasyon çalışması
insan papilloma virüsü
İrritabıl Bağırsak Sendromu
irritabl barsak sendromu
işleri yetiştirmek
kabızlık
kainatla iliski
kaleidon 60 kapsül
kalın bağırsak
kandida
kanser
Karbonatlı su oturma banyosu
kariyer
kasık mantarı ve karbonatlı su
kilo verme
kitap
kitap önerisi
konsantrasyon
korku
kurusoğan
lapis
leaky gut sendromu
levotiron
mandala
manta hastalığı
mantar
mantar hastalığı
mantar hastalığına karbonatlı su
meditasyon
menengiç
merdiven meditasyonu
mide bulantısı
ms
ms e çözüm
ms hastalığı
msden nasıl kurtuldum
multiple skleroz
mutlak
mutlaka okunmalı
Nadi
Nefes
nefes teknikleri
nekahat dönemi
odaklanma
okul
olduğum gibi olmak
Orijinal Yoga Sistemi
Orjinal Yoga Sistemi
özbenlik
perhiz
prebiyotik
probiyotik
probiyotik beslenme
probiyotikler
psikiyatrist
psikolog
renk meditasyonu
ruh
ruhsal arınma
ruhsal aydınlanma
ruhsal tabiat
rusal aydınlanma
ruya
ruya yorumlama
rüyalar
sakinlik
sanskritçe
sarımsaklı iksir
sinir sistemi hastalıkları
soğan dezenfektan
sol yarim kure
spastik kolon sendromu
spontanlık
stres
stres merkezi
swadisthana
şiddetsizlik
tekamül
telas
telaş
telaşlı
tembelliğe çare
transfer
turkuaz
ülser
üstad
üşütme
vajinal mantar
vajinal mantar ve karbonatlı su
varlığım
vejeteryan
vishudha
vücuttaki enerji sistemleri
yaşam
yazar
yeni yayın
yeşil zeytin
yoga
yoga academy
yoga akademi
yoga nedir
yoga ve din
yoga ve hastalık
yogi
zeytin çekirdeği
zeytinyağı ve limon içmek
zihin
zihin işlevleri
zihin yapısı
Zihni susturmak
